Antik Kentler
Antik Pisidya şehirleri, Klasik ve Bizans dönemleri arasında (MÖ 500-MS 600) gelişmeye başladı. Bu dönemlerin öncesinde ise, şehirler bazen iş birliği içerisinde, bazen çatışma halindeydi. Öyle ki, bu çatışmaların bazıları günümüze kadar belgelenmiş bir şekilde gelmiştir. MÖ 333’te bölge, Anadolu’ya yaptığı kapsamlı bir askerî harekât ile Büyük İskender tarafından fethedildi, ve birleştirildi. İskender’in imparatorluğunun parçalanmasının ardından siyasi sahnenin merkezinde olmayan Pisidyalı şehirler, bağımsızlıklarını korumak için rakip güçlerle ittifaklar kurmaya başladılar. Roma egemenliği altında ise (MÖ 30), şehir merkezlerinin gerçekten geliştiğini, ve günümüze kadar ayakta kalabilmiş kimi anıtsal yapıların bu barış döneminin ürünü olduğunu bilmekteyiz. Ancak bu dönem, şehirlerin çoğunun terk edildiğine dair arkeolojik kanıtların da olduğu erken Bizans döneminde (yaklaşık MS 600) sona ermektedir. Bu değişimin sebebi tamamen bilinmese de, olayın Güney Anadolu’da çoğunlukla kıyıların zengin limanlarını, bazen de iç bölgeleri hedef alan Arap akınlarının başlaması ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Pisidya'nın doğal dokusu ve şehirlerin coğrafi izolasyonu nedeniyle kendilerine özgü karakterlere sahip olan antik kentler, ziyaretçilerine çok farklı deneyimler yaşatır. Bazıları dağlarda yükseklerde, bazıları ormanda saklı, ve diğerleri de sahip olduğu antik kalıntılar üzerine yükselen günümüz köyleri ile iç içedir. Yıkık tapınaklar, çarşılar, hamamlar, senato binaları, erken Hristiyan kiliseleri, gösterişli taş mezarlar ve dağ yamacına yapılmış konforlu tiyatrolar, yüzyıllar önce Pisidya’da yaşayan insanların öykülerinden kesitler sunar bizlere.